DIŞ HABERLER
Birincil sekmeler
DIŞ HABERLER
Avrasyacıların önderi Dugin: Rusya’nın Orta Asya’daki öncelikli ortağı İran’dır
Batı karşıtı Avrasya hareketinin kurucusu Aleksandr Dugin, jeopolitik açıdan Rusya’nın Orta Asya ve Kafkaslar’da birinci ortağının İran olduğunu düşünüyor.
Rus Jeopolitiği kitabında yer alan Türkiye’ye ilişkin olumsuz fikirlerine rağmen ülkemizdeki bir kısım ulusalcıların fikir babası kabul ettiği Dugin, haftalık haber dergisi Aksiyon’a çarpıcı açıklamalarda bulundu:
Rusya’daki siyasî görüşler içinde, lideri olduğunuz Avrasya Hareketi nasıl bir çerçeveye oturuyor?
Avrasya Hareketi, jeopolitiğe dayanan siyasî bir felsefedir. Dünya tarihi içinde Rusya’nın kendine özgü bir yeri olduğunu ve küreselleşme karşısında yalnız ülke ve halk olarak değil bir medeniyet olarak da jeopolitik kimliğini koruması gerektiğini savunur. Küreselleşmeyi bu kimliğimizi kaybetmemize yol açacak bir risk olarak görüyoruz. Rusya’nın yaklaşımı, Batı ve Doğu’yı birleştirmek ya da sentez elde etmek üzerine değil, farklılıkları korumak üzerine bina edilmelidir.
Sovyetler zamanında yalnız jeopolitiği değil ideolojik tercihleri esas alan bir dış politikamız oldu. Yeltsin’le birlikte Atlantikçi, Batı taraftarı dış politika izlendi. İçinde bulunduğumuz üçüncü dönem mantıken Avrasyacılığın ağır basacağı dönemdir. Bu perspektifi Putin’den önce ortaya koyduk. İktidara geldiğinde vizyonumuzdan bazı noktaları teker teker ödünç almaya başladı. Putin başkanlığa geldiğinde Avrasya Hareketi onu destekledi. Mantık, Putin’in yeni dönemde daha Avrasyacı olacağını gösteriyor.
Türkiye’de son dönemde Avrasyacı politikaları savunan çevreler de var. Onlarla irtibatınız var mı?
Birkaç ay önce İstanbul’u ziyaret ettiğimde, Avrasyacılığa artan ilgiyi görmek beni etkiledi. Türkiye’nin yeni dünyada kimliğini yeniden tanımlama gereği hissettiğini görüyorum. Mesela birçok aydın ve düzenin önemli birçok ismi Kemalist vizyona geri dönülmesini savunuyor. Bu vizyon, Batı karşıtı, küreselleşme karşıtı, Atlantik karşıtı; ama Rusya taraftarı bir çizgiye sahiptir.
Kemalizmden sonra Türkiye’de uzun süre Rus karşıtı eğilimler güçlendi ve iki ülkede de karşılıklı düşmanlıklar egemen oldu. Perestroyka’nın ilk yıllarında Türkiye’nin Atlantikçi eğilimin etkisiyle Kafkaslar ve Orta Asya’da Rusya karşıtı bir politika izlemeye kalkışması bunun göstergesiydi.
Ancak küreselleşme problemi ve tek kutuplu dünya sistemi Türkiye’de ordu ve aydınların tepkisine yol açtı. Türkiye’nin Irak’a asker göndermeme kararında da bunu gördük. Şimdi Avrasyacı perspektifin Türkiye’nin kurtuluşu için iyi bir yol olduğuna inanıyorum.
Hangi isimlerle tanıştınız?
İstanbul’u Rektör Kemal Alemdaroğlu’nun davetiyle ziyaret ettim. Troçkist, Marksist ve Maoist bir Avrasya vizyonuna sahip olan İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek de organizasyonda aktif rol üstlenmişti. Marmara Vakfı’ndan Akkan Suer’le de tanıştık.
‘Rusya’nın Jeopolitiği’ adlı kitabınızda, Orta Asya’nın İran’ın etki alanına bırakılmasını, Kafkaslar’ın İran’la Rusya arasında paylaşılmasını, Türkiye ve Avrasya içindeki Türk unsurların her yola başvurularak zayıflatılmasını öneriyorsunuz. Buna rağmen bazı ‘ulusalcılar’ sizin arkanızdan nasıl gelebiliyor?
Öncelikle, jeopolitik açısından baktığımda hâlâ İran’ın Orta Asya’da Rusya için birinci ortak olduğunu savunuyorum. Bu, Türkiye’nin kendi bölgesinde Rusya’nın da jeopolitik vizyonuna uygun olumlu bir rol oynamasına engel değildir.
Kitabınızda Türkiye’ye ilişkin bu olumsuz bölümleri değiştirecek misiniz?
Şüpheniz olmasın. Ancak ben bu kitapta jeopolitiğin temellerini ele aldım. Türkiye ile Rusya arasında bazı gerilim noktaları vardır ve olmaya da devam edecektir. Bu kaçınılmazdır ve bir bakıma paylaştıkları coğrafyadan kaynaklanan bir zorunluluktur.
Dışişleri Bakanı Gül’ün Moskova ziyaretinde görüştüğü Putin, Türkiye-Rusya ilişkilerini çok boyutlu ortaklık olarak tanımladı. Bu, stratejik bir analizin sonucuna mı dayanıyor?
İki ülkeye de Avrasyacı bir perspektifle baktığımda, yaşadığımız somut dünya gerçekleri karşısında iki ülke arasında ekonomik işbirliğini aşan çok boyutlu gerçek bir ittifak olması gerektiğini savunuyorum. Bu, Atlantikçi ideolojinin etkisi altında mümkün olmaz. İki ülke arasındaki temasın gelişmeye başladığı ilk dönemde, ilişkiler, iki tarafta da etkin olan Atlantikçi ideolojinin perdesi altında kalıyordu. Çünkü Yeltsin döneminde Rusya kendi çıkarına göre değil, Atlantikçi çıkarlara uygun hareket ediyordu. Bu dönemde Türkiye de ABD’nin mutlak etkisi altındaydı. Şimdi çok şey değişiyor. Yeni ortamda Putin’in tanımlamasını yalnız doğru değil, bölgedeki jeopolitik gelişmeler açısından hayatî ve çok önemli buluyorum.
Türkiye’nin AB üyesi olmasının, Türk-Rus ilişkilerine ve Almanya’nın da içinde olmasını savunduğunuz Avrasya oluşumuna etkisi pozitif mi, negatif mi olur?
Türkiye’nin AB’ye girmesi hayli zor olacaktır. Türkiye ve Rusya gibi farklı özellikleri olan büyük Avrasya ülkelerinin AB’ye nasıl katılabileceği konusu üzerine düşündük. AB’ye karşı değiliz. Ancak Rusya ya da Türkiye olarak teker teker değil bir bütün olarak AB içinde özel bir rol oynamak istiyoruz. Büyük Avrupa’nın bir parçası olacak biçimde Avrasya ekonomik birliği kurulmasını savunuyoruz. Avrupa’daki entegrasyon projelerine de Rusya’ya karşı olmaması kaydıyla destek veriyoruz. Nihai anlamda Türkiye bir AB üyesi olsa da, bu, Türkiye’nin Avrasyacı eğilimini ve Türk—Rus stratejik yakınlaşmasını değiştirmeyecektir. Çünkü şu anda Türk kimliği tehlike altındadır. Bir ulusal devlet olarak Türkiye, Kürdistan ve Kuzey Kıbrıs’taki dayatmaların olduğu bir dünyada gelişemez.
Rusya’nın İslam Konferansı Örgütü’ne katılma arzusu, Avrasyacı perspektife uyuyor mu?
Bu adım, Rusya’nın Doğu’ya döndüğünün bir işaretidir. Biz İslam geleneğini, Avrusya’nın bir parçası olarak görüyoruz. Ancak kişisel olarak Rusya’nın İslamî bir örgüte katılması fikrine sıcak bakmıyorum. Çünkü Rusya’yı basitçe bir İslam ülkesi olarak tanımlayamayız.
18.03.2004
Avrupa Birliği (AB), 1 Mayıs 2004 tarihinde gerçekleştirdi. Diğerlerinden farklı olarak bu genişlemenin ana özneleri Doğu ve Merkezi Avrupa’nın görece fakir ülkeleri olmuştur. Avrupa Birliğinin Rusya’nın Nüfus alanına doğru yayılması nasıl değerlendiriyorsunuz?
· Genel olarak konuşursam, büyük Avrupa’dan yana olduğumu söyleyebilirim. Büyük bir jeopolitik havuza dönüşebilecek olan bir Avrupa Birliği, Amerikan hegemonyasını dengeleyici bir güç olabilir. Bağımsız, güçlü ve birleşik bir Avrupa Birliği, çok kutuplu bir dünya yaratılması önündeki tek fırsat. Ama şu anda AB içersinde iki güç odağı var. Biri, euro-atlantistler. ingiltere, Portekiz, Ispanya ve bazı doğu Avrupa ülkeleri. Bu grubun içindeki etkin güç ingiltere ve Amerika. Bu grup, tarihsel olarak Avrasyacılığa, Rusya’ya karşı bir oluşum. Bu grubun stratejisi, Avrupalı batı ile Avrasyacı doğu arasında sürekli bir gerilim yaratmak. AB’nin iki kimliği var. Biri, dediğim gibi Euro Atlantist. ikinicisi ise, Paris Berlin arasındaki ittifaka dayalı kıtasal Avrupa kimliği. Bu grup, Atlantikçilerden bağımsız, güçlü ve demokratik, hem Amerika’nın ama aynı zamanda Avrasya’nın da müttefiki olabilecek bir Avrupa imparatorluğu oluşturmaya çalışıyor. Bu iki grup arasında gizli bir çekişme var. Genişleme dalgasına gelince, son katılan Doğu Avrupalılar, Atlantikçi kanadı güçlendirdi. Zira bu ülkeler tarihi sebeblerden dolayı Rusya’ya karşı konuşlanmış durumda. Bu yüzden, büyük ve demokratik Avrupa taraftarı Avrasyacılar olarak, Rusya karşıtı son üyelerin birliğe katılmasını Avraysa karşıtı bir adım olarak görüyoruz. Ama genel olarak konuşursak, bu üyelerin AB etkisi altına girmesi sevindirici. Rusya’nın onları kontrol etmesi zaten artık mümkün değil. Rusya ile AB arasında bir tampon bölge olmadıkları sürece sevindirici bir adım olacaktır, ama durum öyle göstermiyor.
Ayrıca Büyük Ortadoğu ve Avrupa Arasına sıkışmış Rusya’nın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Avrasyacılığın düşünsel açıdan inşa eden kişi olarak acaba Avrasyacılık uluslar arası sistemin güç hiyerarşisinin en üstünde yer alan büyük güçlere karşı bir alternatif olabilir mi?
· Amerika tek kutuplu, hakim olabileceği ve kendi jeopolitik gündemini dikte edebileceği bir dünya oluşturma peşinde. Bunu yapmakta zorlandığı içinde uluslararası sistemde krizler yaşanıyor. Bunun alternatifinin, Avrupa’nın, Avrasya’nın ve Pasifiğin de ayaklarını oluşturacağı, işbirliğine dayalı çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin olduğunu savunuyoruz. Bu süreçte Avrupa, Avrasya ve Rusya’nın önemli bir rol oynaması gerektiğine inanıyoruz.
Peki Rusya’nın ya da Avrasyacıların Büyük ortadoğu projesine bakışı nasıl?
· Bu Amerikan ultra emperyalist yeni muhafazakarlarının, Cheney-Bush ikilisine yakın think tanklerin ve çevrelerin numarası. Ortadoğu’nun iran, Irak, Suriye, Lübnan ve diğer ülkelerinin islamiyetten arındırılmasını ve doğrudan Amerikan kontrolü altında bölgelerin oluşturulmasını hedefliyor. Türkiye’ye bu Arap ve islam karşıtı oyunda biçilen rol ise, Bush’un, istanbul’daki NATO zirvesinde dile getirdiği gibi, aracılık yapmak. Ama Amerika bu hayalini gerçekleştirmek için gereken enstrümanlara sahip değil. Büyük Ortadoğu’dan ziyade, daha büyük bir çatışma alanına sahip olacağımızdan çekiniyorum. Dünya düzeninin geleceği, bu bölgeledeki bu girişimler sonucu şekillenecek gibi görünüyor.
Putin’in istanbul’daki NATO zirvesine katılmamakla ABD’ye nasıl bir mesaj vermeye çalıştı?
NATO’nun kaderi de AB’ninkini andırıyor. O da Atlantikçiler ve Avrupacılar olarak bölünmüş durumda. İstanbuldaki zirve de transatlantikçilerin hakimiyet planlarını yerleştirme başlığı altında düzenlendi ve orada da, aradaki fikir ayrılığı Chirac ile Bush arasındaki sözlü atışma şeklinde kendini gösterdi. Putin de NATO’nun kıtasal kimliğini tanıyor, desteklyor ve işbirliği yapmak istiyor, ama Transatlantikçilerin rol biçtiği bir NATO’ya sıcak bakamaz, bakmayacaktır.
ABD askerleri Hazar denizi üzerinde tatbikat yapıyorlar. Afganistan’a ve Iraka müdahalelerinin Rusya’ya yada bölgeye etkilerini göz önüne alarak bir değerlendirme yapabilirmisiniz.? Rusya nasıl bir tavır sergileyecektir bu duruma karşı?
Bu noktada Amerika’nın tek kutuplu dünya oluşturma yönündeki enstrümanlarını göz önünde bulundurmalıyız. Amerika da, yıllar önce Britanya imparatorluğu’nun Sovyetlere karşı oynadığı ‘Büyük Oyun’da yaptığı gibi, hedefleri açısından önemli olan Kafkasları, Orta Asya’yı ve diğer stratejik noktaları kontrol etmeyi hedefliyor. Sovyetlerin dağılmasından sonra Orta Asya ve benzeri noktalara açılan Amerikan üsleri, terörle mücadele bahanesiyle, Avrasya’nın stratejik noktalarına yerleşiyor. Rusya’daki stratejisyenler, bu üsleri Rus ulusal çıkarlarına yönelik meydan okuma olarak görme eğiliminde. Diğer bir sorun da, Rusya’nın bu Amerikan varlığına aktif olarak karşı çıkmak için yeterli güçte olmaması. O halde ne yapılabilir? Tek yöntem Rusya’nın Afganistan, Arap ülkeleri ve Orta Asya’daki diplomatik etkinliğini kullanarak bu güce karşı diplomatik direnç göstermesi. Ama Avrupa’nın, bölge ülkelerinin desteği olmadan Rusya, Avrasya bu oluşuma karşı etkinlik gösteremez. Hep beraber alternatif vizyonlar geliştirmeliler.
Az önce terörle mücadeleden, uluslararası terörizmden bahsettiniz. Böyle bir tehdidin varlığına inanıyor musunuz?
Nihai aşamada uluslararası terörizm, Amerikalı sratejisyenlerin, Sovyet imparatoluğunun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra ortaya çıkan karşı güç boşluğunu doldurmak için ürettikleri bir bahane. Yeni dünya düzenin yaratmak için bir düşman imajına ihtiyaç duydular. Bu sadece kitlesel propagandaya dönük bir araç değil, aynı zamanda Amerika’nın dünyanın istediği bir noktasında askeri varlığını göstermesi için kullanılan stratejik bir kavram oldu. Amerika böylelikle, uluslararası terörle mücadale bahanesi altında askeri varlığını haklı çıkartacak bir zemin elde etmiş oluyor. Tabiki terörizm ve teröristler var, ama Amerika’nın küresel hakimiyetini pekiştirmek için varlığını iddia ettiği türden küresel bir düşman mevcut değil. Bundan tabiki terörizmi desteklediğimiz ya da göz yumduğumuz manası çıkmamalı. Sadece Amerika’nın yaptığı çarpıtmaya dikkat etmeliyiz.
O halde buradan, Amerika’nın, ortadan kalkan komunizm tehdidi yerine uluslararası terörü ikame etmeye çalıştığını sonucuna varıyoruz?
Şimdi durum tamamen değişti. Komünist dünya cografi olarak bir bütün ve somuttu. Uluslararası terörizm ise küresel bir fenomen. Amerika da bununla mücadele etmek için dünya polisi rolünü kabul etti. Ama yaptıkları şey, emperyal hakimiyete dayalı yeni Amerikan stratejisini maskelemek.
Başkan Putin’in de neredeyse Başkan Bush ile hemen hemen aynı jargonu kullanarak uluslararası terörizm tehdidinden bahsettiğini duyuyoruz. Peki bunu nasııl izah ediyor sunuz?
Bu politik bir oyun ve politik açıdan söylenmesi gerekenler söyleniyor. Amerika ile Rusya belki aynı jargınu kullanıyor ama söylemek istedikleri tamamen birbirinden farklı. Amerika, uluslararası terörizmden bahsettiğinde, aslında dünya hakimiyetine yönelik planlarını saklamaya çalıştıklarını anlıyoruz. Ama Rusya uluslararası terörizmden bahsettiğinde, söylenmek istenen şey, Rusya özelinde Avraysa’nın istikrarını bozmaya çalışan ve sınır aşan gerçek düşmanlar. Rus askeri strajesistleri uluslararası terörizmden aynı zamanda Amerikan önderliğindeki NATO’nun, bazı radikal grupları öne sürerek bağımsız ülkelere müdahale etmesini de anlıyor.
Türkiye Büyük Ortadoğu projesinde rol oynaması durumunda Rusya ile ilişkileri nasıl etkiler? Türkiye ABD ile ortak hareket etmesi durumunda bölgede tansiyon artar mı?
Evet artar. Türkiye’nin jeopolitik açıdan çift kimlikli. Türkiye bölgesel konumu ve stratejilerini belirleme kapasitesine sahip bir ülke. Hem Avrasya hem de Avrupa ile birlikte hareket etme imkanına sahip. Bu doğrultuda Atlantistlerden bağımsız olarak olumlu bir rol oynayabilir. Ama Amerika’nın Büyük Ortadoğu stratejisinde bir enstrüman olursa, hem Rusya hem de Avrupa ile anlaşmazlığa düşme riski var. Amerika, Türkiye’yi sadece Arap-Müslüman Ortadoğu ülkelerine değil aynı zamanda Avrupa’ya karşı da kullanmak istiyor. Amerikan yanlısı Türkiye, bölgedeki hiç bir sorunu ne ideolojik ne de stratejik olarak çözebilir. Türkiye’nin ulusalcı, laisist kimliği bölgenin Müslüman ülkeleri tarafından ne düşünülebilir ne de kabul edilebilir bir şey. Daha da ötesi, böylesi bir girişim, Türkiye’nin hem Avrupa, hem Rusya hem de bölgedeki islam ülkeleriyle olan ilişkilerini de sarsacaktır. Türkiye tabiki bölgede aktik ve oldukça önemli bir rol oynayabilir. Önemli bir bölgesel güç haline gelebilir. Ama bunun için bölgesel ilişkilerini Avrasyacı bir maktık içersinde şekillendirmeli, Amerika’nın belirlediği çizgide Büyük Ortadoğu patikasında ilerlerse, bölgede ikinci bir israil olarak algılanacaktır. Türkiye, Avrasya, kıta Avrupası ve Ortadoğu ülkeleri, bölgeye yeni bir perspektif sunmak, Ortadoğu’nun geleceğini belirlemek için stratejik, entellektüel ve kültürel gayret göstermeli.
Türk hükümeti de bu model olma meselesine soğuk baktığını, işbirliği perspektifinde meseleye yaklaştığını her fırsatta dile getiriyor zaten.
Şu an Amerika, gücünün zirvesinde. Türkiye gibi Avrupa ülkeleri ve Rusya da açıktan Amerikan politikalarına karşı koyacak konumda değil. Bundan dolayı şu an için Amerikan projesini kabullenmekten başka çare yok. Başkan Putin de bu yüzden Orta Asya’daki Amerikan üslerine karşı çıkmadı. Türk hükümetinin kısmen de olsa Amerikan önerisini kabul ettiğini görebiliyorum ama bu bir reel politik tercihi. Ama Türkiye sadece hükümetten ibaret değil. Karışık bir sosyal yapısı olduğunu, ordunun, partilerin, dini eğilimlerin güçlü olduğunu biliyoruz. NATO zirvesi esnasında Türk halkı protestolar yaptı, Avrasyacı bir tepki koydu. Ama tabiki hükümet bu stratejiyi, tıpkı Putin’in yaptığı gibi açıktan kabul edemiyor. Türk hükümetinin attığı pragmatist adımlar bu yüzden anlayışla karşılanmalı.
Çeçenistan konusunda Rusya’nın tutumu nasıl olacak? Kısa sürede Rusya’nın çeçenistan politikası değişecek mi?
Moskova Çeçenistan’da askeri zaferi kazandı ama politik açıdan zaferi kazanmadı. Onlara neden Rus sınırları içinde kalmaları gerektiğine dair bir gerekçe sunamadık, bu sınırlar içinde olmanın değerini hissettiremedik. Sorunu askeri açıdan çözmek ama siyasi açıdan sürüncemede bırakmak, Putin hükümetinin yaptığı en büyük hata oldu. Biz Çeçen sorununa ‘Avrasya çözümü’ öneriyoruz. Rusya, bizim tabirimizle, ‘Çeçenya için Avrasya Planı’nı çeçenlere teklif etmeli. Buna göre Çeçenistan’da mahalli, ulusal ve kanuni bir demokrasi inşa edilmeli. Çeçenler, aktif, cesur ve gururlu insanlar. Çeçen ayrılıkçılarda bizim bahsettiğimiz Avrasya vizyonu içersinde sisteme entegre edilmeli ve Çeçenistan’ın, Avrasya Birliği, sadece Rusya değil, içersindeki önemli yeri için mücadele etmeliler. Rusya bu iyi düşmanlarına saygı duymalı ve onları Avrasya vizyonu içersinde daha iyi bir gelecek için bütüne entegre etmeli. Aksi taktirde, daha çok kaos olacak.
Rusya Türkiye ilişkileri çok hızlı bir şekilde değişiyor mu? Rusya daha 6 ay önce Kıbrıs konusunda bize karşı çok sertti. Önceki gün ise Rus Dışişleri Bakanı, islam Kalkınma Örgütü toplantısında Mehmet Ali Talat için Kıbrıs Türk Devleti Başbakanı sıfatının kullanıldığı sonuç bildirgesine imza attı.Putin’in ziyareti söz konusu. Rusya ile Türkiye ilişkilerinin bir mantık evliliğinin eşiğinde olduğunu mu gösteriyor mu?
Soğuk savaşın bitişiyle, Rusya’nın Türkiye’yi düşman olarak görme stratejisi değişti. Çift kutuplu dünyada Türkiye, Amerika’nın müttefiğiydi. Ama artık tek kutuplu bir dünyadayız ve Türkiye’nin önünde farklı alternatifler var. Hem Türkiye, hem de Rusya Avrasya ülkesi, hem bir bakıma batı hem de diğer yandan doğu ülkeleri oldukları için birbirlerine benzer özellikleri çok fazla. O yüzden Rusya ve Ankara birbirlerini bölgesel partner olarak görme eğiliminde. Türkiye’nin Avrasya boyutunu keşfetmesiyle, Rusya’nın da Türkiye’ye bakışı değişti. Sayın Davutoğlu’nun Avrasya’nın potansiyelinin farkında olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de de Avrasya vizyonu üzerinde çalışan kesimler ve merkezler var. Rusya eskiden Kıbrıs sorununda tamamen Rum kesiminin yanındaydı. Ama artık parametreler değişti. Türkiye Türklerin bağımsızlıklarına ve güçlü bir devlete ne kadar önem verdikleri biliniyor. Ama Amerika’nın başındaki tek kutuplu dünyada ve küreselleşme rüzgarı altında, bir çok ülke olduğu gibi Türkiye’de bu özelliklerinin tehdit edildiğini hissediyor. Bu durum Rusya için de geçerli. O yüzden yeni ittifak arayışına girilmesi normal. Burdan tabiki kastım, sömürgeci ve yayılmacı bir ittifak değil, karşılıklı işbirliğine dayalı, demokrasiyi teşvik eden ve çok kutuplu bir dünyada sorunlara spesifik çözümler sunan bir işbirliği.