ÇOK KUTUPLULUK, ÇOK TARAFLILIK DEĞİLDİR!
Birincil sekmeler
Çok taraflılık, pratikte ABD’nin uluslararası ilişkiler alanında hareket etmemesi ve tamamen kendi güçlerine güvenerek tüm müttefiklerini ve “vassalları” emperyalist bir şekilde bilgilendirmesi anlamına gelir.
Bunun yerine, Washington ortaklarının konumlarını dikkate almalı, onlarla diyalog halinde başkalarını kararlara karşı tartışmalı ve ikna etmeli, onları rasyonel sonuçlarla kendi tarafına çekmeli ve bazen taviz vermelidir.
Böyle bir durumda ABD, taşeronların arasında diktatör değil, "eşitler arasında birinci" olmalıdır.
Bu, ABD’yi dış politikada belirli yollarla müttefiklerine yükümlü kılıyor ve ortak bir stratejiye boyun eğmeyi talep ediyor. Bu genel strateji, mevcut durumda Batı’nın küresel demokrasi, pazar ve insan hakları ideolojisinin gezegensel ölçekte uygulanması stratejisidir.
Ancak bu süreçte ABD, lider olarak, ulusal çıkarlarını doğrudan, adına hareket ettiği Batı uygarlığının “evrensel” değerleriyle eşitlemeyebilir.
Bazı durumlarda koalisyon halinde hareket etmek, hatta bazen ortaklara bir şeyler teslim etmek tercih edilebilir.
Çok taraflılık, burada vurgunun bir bütün olarak Batı'ya ve özellikle onun “değer” (yani normatif) yönüne verilmesi bakımından tek kutupluluktan farklıdır. Bu açıdan, çok taraflılık savunucuları, kutupsuz bir dünyayı destekleyenlere benzer.
Çok taraflılık ve kutupsuzluk arasındaki fark, yalnızca çok taraflılığın demokratik Batı ülkeleri arasındaki koordinasyonu vurgulaması, kutupsuzluğun ise, aktörler olarak devlet dışı oyuncuları da içermesidir: STK'lar, ağlar, sosyal hareketler vb.
Obama'nın kendisi ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından duyurulan çok taraflı politikalarının pratikte, yeni muhafazakarların egemen olduğu George W. Bush'un doğrudan ve şeffaf emperyalizminden çok az farklıdır.
ABD'nin askeri müdahaleleri devam ediyordu (Libya) ve Amerikan birlikleri işgal altındaki Afganistan ve Irak'ta varlığını da sürdürdü.
Çok kutuplu bir dünya, tüm insanlık adına ve en önemli sorularla ilgili karar veren tek çözüm merkezi olarak (hatta kapsayıcı olarak da) hareket eden Batı değerlerinin evrenselliğini kabul etmediği ve 'zengin Kuzey' ülkelerinin -ne tek başına ne de toplu olarak- nam içinde hareket etme hakkını tanımadığı için, çok taraflı bir dünya düzenine denk gelmez.