ERNST JÜNGER VE ‘İŞÇİ’

ERNST JÜNGER VE ‘İŞÇİ’

Alexander Dugin, Alman modernizminin devlerinden Ernst Jünger’in karmaşık mirasını incelerken, Jünger’in siyaset, varoluşçuluk ve yirminci yüzyılın dönüştürücü mücadeleleri hakkındaki görüşlerini özetleyen merkezi bir figür olan ‘İşçi’ kavramına odaklanıyor.

Bu makale 1995 yılında yazılmış ve ilk olarak 1995 yılında Tomorrow [Завтра] dergisinde yayınlanmıştır. Arktos tarafından 2023 yılında yayımlanan Proletaryanın Tapınakçıları’nda yeniden basılmıştır.

Ernst Jünger, Alman modernistleri arasında en ünlü yazardır; edebiyatı ve siyasi kaderi, yirminci yüzyıl Avrupa kültüründe avangard yaşayan ve konformist olmayan her şeyin klasik sembolüdür. İki dünya savaşının katılımcısı ve tanığı, 1920’ler ve 30’larda Alman Muhafazakâr Devrimi’nin ana teorisyenlerinden biri, Nasyonal Sosyalizm’in ilham kaynağı, Hitler’in iktidara gelmesinden sonra ‘sağdan’ bir muhalif, Nazi totalitarizmi altında gözden düşmüş ve buna rağmen ‘denazifikasyon’ döneminde galipler tarafından dışlanmaya boyun eğmiş biri… Jünger, ‘demokratların’ önyargılarının üstesinden gelmek için düşüncesinin ve yeteneğinin derinliğindeki mücadeleyle bugün haklı olarak yirminci yüzyılın simgesi olurken, sadece ‘kayıp kuşağa’ hitap etmekle kalmamakta evrensel, teknokratik modernitenin boğucu küfrüne karşı ulusal yaşamın son kutsal sancıları için tutkulu, dramatik bir mücadeleyle dolu ‘kayıp yüzyıla’ ait duyguların sesi olarak değerlendirilmektedir.

Jünger birçok roman, deneme ve öykü yazmıştır. Çok yönlü, karmaşık, hatta bazen kendi içinde çelişkili ve paradoksal bir kişiliğe sahipti. Ancak sanatının ana teması, yazarın tüm eserlerinde varlığını açıkça ya da gizlice hissettiren merkezi, neredeyse metafizik bir karakter olan ‘işçi’ idi ve öyle de kaldı. Tüm yaşamı boyunca editörlüğünü yaptığı ve yeniden yazdığı en ünlü ve kavramsal kitabının adının “İşçi” [Der Arbeiter] olması tesadüf değildir.

Yazar ve edebi kahramanı bir araya getiren Jünger, korkunç yirminci yüzyılı ‘seferberlik’ ve ’emek’ içinde, doğum sürecindeki Titan’ı, Tanrıların yaklaşan yaratıcısını haber veren bir elçi gibidir ve yaşadıklarının sınırsız acısıyla sakinleşir ve ikna olur.

‘İşçi’, ‘Muhafazakâr Devrim’ kavramında birleşen o siyasi, sanatsal, entelektüel ve felsefi akımların merkezi figürüdür. ‘İşçi’ bu Devrimin ana karakteridir, öznesidir, varoluşsal ve estetik çekirdeğidir. Yirminci yüzyıla özgü nihilizmin merkezinde, ruhsuz teknokratik mekanizmanın tam kalbine, topyekûn savaşın demir iç organlarına ya da cehennemi endüstriyel emeğe gömülmüş bir varlık… Profan gerçekliğin aşırı eleştirel deneyimi yoluyla, kendi içinde onu ‘hiçliğin’ ötesine, kendiliğinden uyanmış bir içsel kutsallığın unsurlarına doğru götüren gizli bir payandayı gözlemleyen bir tür modern insandır Jünger’in işçisi. Bu varlık, ‘eski veya antik bir şey olarak değil, Modernite’ sarhoşluğuyla, hem gelenek hem de Ruh’un, zamansız Kaynağa geri dönmesiyle ortaya çıkan, ebedî olarak parıldayan bir hareketsizliğe ulaşır. ‘İşçi’ ne muhafazakâr ne de ilericidir. O ne eskinin savunucusu ne de yeninin savunucusudur. O, Üçüncü Kahraman, Üçüncü İmparatorluk Figürü (Niekisch’in dediği gibi), en zehirli ve travmatik biçimleriyle modernizmin aşırı yoğunlaşması, sanayinin ve savaş cephesinin kaosu aracılığıyla, onu metafizik, varoluşsal bir başarıya doğru harekete geçiren belirli bir aşkın boyutun açıldığı yeni Titan’dır.

‘İşçi’, siperlerin ve fabrikaların insanları, teknokratik uygarlığın her türlü mirasından yoksun, abartılı gerçekliğinin çağrısına yanıt veren ve ruhlarında büyük bir ayaklanmaya izin verecek özel enerjiler biriktiren ‘asfalt göçebeleri’ tarafından temsil edilir; bu ayaklanma, burjuva-endüstriyel çevrenin uyguladığı saldırganlık kadar acımasız ve nesnel olacaktır.

Ernst Jünger, birçok muhafazakâr-devrimci hareketin teorik ve felsefi temeli haline gelen ‘topyekûn seferberlik’ politik-ideolojik kavramını yarattı.

‘Topyekûn seferberlik’, merkezinde Kahramanların ve Titanların saygı gördüğü yeni bir medeniyet inşa etmek için bir ulusun evrensel uyanışının gerekliliğine işaret eder; toplumsal yabancılaşmanın uçurumlarından bir irade atılımıyla çıkan Ulusal Devrim’in ateşini taşıyan bu figürlerdir.

Ancak Jünger’in anlayışına göre, kitlelerin, ulusun ve halkın topyekûn seferberliği, onsuz devrimin ya materyalist yozlaşmaya indirgeneceği ya da atalet içindeki Ferisi muhafazakârlar tarafından ‘ıslah edileceği’ belirli bir eşsiz varoluşsal deneyime dayanmaktadır. Bu nedenle Jünger’in sanatında varoluşsal boyut önceliklidir ve (Çelik Fırtınalarında, Serüvenci Kalp, Mermer Yalıyar, Orman Geçidi ve Heliopolis romanlarında olduğu gibi) içsel devrim yolunda yürüyen ve en büyük riski taşıyan en uç biçimleri -savaş, mistisizm, narkotik, erotizm ve sınırda psikolojik durumlar- inceleyen ‘üçüncü kahramanı’ tasvir eden bir imge galerisi sunar. Nietzsche’nin “beni öldürmeyen şey beni güçlendirir” şeklindeki formülü, Ernst Jünger’in hem edebiyattaki hem de hayattaki inancıdır. Kahramanları gibi o da Paris’te patlayan bombalar ve paniğe kapılmış insan sürüleri arasında sakince şampanyasını yudumlar. Yazar ve edebi kahramanı bir araya getiren Jünger, korkunç yirminci yüzyılı ‘seferberlik’ ve ’emek’ içinde, doğum sürecindeki Titan’ı, Tanrıların yaklaşan yaratıcısını haber veren bir elçi gibidir ve yaşadıklarının sınırsız acısıyla sakinleşir ve ikna olur.

Jünger 1995 yılında 100 yaşına ulaştı. Ancak zaman, onun berrak aklı ve göz kamaştırıcı yeteneği üzerinde hiçbir etkiye sahip değildir. Yakın zamanda, Belçika’da yayımlanan Antaios dergisinin editörü Christopher Gérard’a yazdığı bir mektupta Jünger şöyle diyordu: “Yirmi birinci yüzyıl Titanların, yirmi ikinci yüzyıl ise Tanrıların çağı olacak.”

Bu sözler, modernitenin en büyük yazarı, ‘işçi’ ve kahraman Ernst Jünger’in kısa bir özgeçmişini içeriyor.

Çeviri : Adnan DEMİR