Daha Geniş Jeopolitik Bağlamda Filistin-İsrail Savaşı

İki Felaket (Shoah’a karşı Naqba)

Öncelikli olarak söylemek gerekirse, İsrail ve Gazze Şeridi'nde birbiri ardına iki felaket yaşandı: Hamas'ın çok sayıda sivil kayba ve rehin almaya neden olan İsrail'e saldırısı ve İsrail'in Gazze Şeridi'nde başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere çok sayıda sivil kayıpla gerçekleşen çok daha acımasız olan misilleme saldırıları. IDF kara operasyonu durumu daha da felaket bir hale getirdi ve ölü sayısı (çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil) hayal edilemez oranlara ulaştı.

Her iki durumda da, bunlar bireylerin doğal haklarının, insanlığa karşı suçların haklı gösterilemeyen açık ihlalleridir. Fakat aynı zamanda İsrail'in Lex Talionis ilkelerini uygulaması, adının anılması bile istenmeyen bir toplama kampının korkunç koşullarında zaten yaşamak zorunda kalan Gazze Şeridi halkına yönelik gerçek bir soykırıma yol açmıştır. Hamas bir terör eylemi gerçekleştirdi ve İsrail buna geniş çaplı bir soykırım eylemiyle karşılık verdi. Her ikisi de siyasi çelişkileri çözmek için kabul edilebilir hukukun ve insani yöntemlerin sınırlarının ötesine geçmiştir.

Geçişin Jeopolitiği: Tek Kutupluluğa Karşı Çok Kutupluluk

Ancak sonra jeopolitik başlıyor. İsrail saldırısının ölçeği çok daha büyük olmasına rağmen, Gazze Şeridi'nde olup bitenlerin değerlendirilmesi buna değil, daha derin jeopolitik kalıplara bağlıdır. Sorunu, ahlaki yönünden bağımsız olarak göz önüne almalısınız.

Mevcut dünya düzeni bir geçiş aşamasındadır. Tek kutuplu bir dünyadan (Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Sovyet kampının dağıtılmasının ardından oluşan) çok kutuplu bir dünyaya geçiyoruz. Çok kutuplu dünyanın kutupları zaten oldukça belli. Bunlar Rusya, Çin, İslam dünyası, Hindistan, Afrika ve Latin Amerika'dır. Aslında, onlar kendi başlarına bağımsız uygarlıklardır. Başlıcaları, tüm bu medeniyetleri bir araya getiren (özellikle Johannesburg'daki 2023 zirvesinden sonra) BRICS'te temsil edilmektedir (Suudi Arabistan, İran ve Mısır'ın girişi İslam dünyasının kilit ülkelerinin varlığına işaret ediyor; Etiyopya, Afrika faktörünü güçlendiriyor ve Arjantin, Güney Amerika ülkelerinin çekirdeğini oluşturuyor). Çok kutuplu dünya, konumunu günden güne güçlendiriyor. Sonuç olarak, Batı hegemonyası zayıflıyor.

Bununla birlikte, Batı'nın ve özellikle ABD'nin küreselci liderleri, ne pahasına olursa olsun tek kutupluluğu korumaya çalışmakta; geniş çapta askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik hakimiyetlerinde ısrar etmektedir. Bu, zamanımızın ana çelişkisidir: tek kutupluluk ve çok kutupluluk arasındaki giderek artan çatışma. Küresel politikanın temel çatışmaları ve süreçleri bu bağlamda görülmelidir.

Ukrayna'daki Çatışmanın Küresel Önemi

Ukrayna'daki çatışma, kendisini gitgide bağımsız bir kutup olarak ortaya koyan egemen Rusya'yı zayıflatma arzusu olarak açıklanmaktadır. Batı, Zelensky'nin kukla rejimini yalnızca Rusya'nın bağımsız bir aktör olarak uluslararası sahneye çıkmasını engellemek amacıyla desteklemektedir. Bu politika Başkan Putin'in iktidara gelmesinden bu yana sistematik olarak uygulanmaktadır. Rusya, siyasi egemenliğini güçlendirmekle işe başladıktan sonra yavaş yavaş Rusya'yı, yalnızca Batı'nın jeopolitik hegemonyasını değil, aynı zamanda değerler sistemini de reddeden bağımsız bir medeniyet olarak kurdu. Rusya, (809 sayılı Kararnamede) geleneksel değerlere bağlılığını açıkça ilan etti ve Batı liberalizmini, LGBT gündemini ve Rusya'da sapkınlık ve anormallik olarak kabul edilen diğer Batı ideolojisi normlarını kesin bir şekilde reddetti.

Buna karşılık olarak Batı, 2014'te Kiev'deki darbeyi destekledi ve Ukrayna'yı tepeden tırnağa silahlandırarak, Ukrayna'da neo-Nazi Rus düşmanı ideolojisinin yayılmasına yardımcı oldu ve Rusya'yı özel bir askeri operasyon başlatmaya mecbur bıraktı. Putin başlatmasaydı, Kiev bunu zaten yapacaktı. Böylece Ukrayna'da tek kutupluluğa karşı çok kutupluluğun sıcak savaşının ilk cephesi açıldı.

Türkiye'nin Rolü

Erdoğan, Batı'yı cihatla tehdit etti ve Haçlı Seferlerini geri çağırdı. Bu çok talihsiz bir karşılaştırma. Modern küreselci Batı'nın Hristiyan uygarlığı ile hiçbir ilgisi yoktur. Yüzyıllar içinde Batı, Hıristiyan kültürüyle bağlarını kopardı ve materyalizm, ateizm ve bireycilikten yana oldu. Hıristiyanlığın; maddi bilimle, çıplak çıkara dayalı sosyal ve ekonomik sistemle, sapkınlığın yasallaştırılması ve patolojinin bir norm olarak ilan edilmesiyle veya İsrailli post-hümanist filozof Yuval Harari’nin hakkında coşkuyla yazdığı ‘insan sonrası bir varoluşa doğru ilerleme arzusu’yla hiçbir ortak yanı yoktur. Batı, kendi içinde hiçbir çelişki taşımayan, Hıristiyanlık karşıtı bir olgudur. İsrail, Hıristiyanlıkla hiçbir ortak yanı olmayan laik bir Batılı Yahudi devletidir. Dolayısıyla, Müslüman dünyası Batı'yla karşı karşıya gelirse, bu İsa medeniyetiyle değil, Hz. İsa'ya düşman, Deccal medeniyetiyledir.

Rusya'nın Misyonu Belirginleşti

Çok kutuplu dünyanın bir kutbu olarak Rusya, Ukrayna'da Batı ile savaş halindedir. Batı propagandasının etkisi altındaki birçok İslam ülkesi; bu savaşın nedenlerini, amaçlarını ve doğasını net olarak anlamadı, bunun bölgesel bir çatışma olduğuna inandı (İslam dünyasında da bu sayı az değildir). Ancak artık küreselleşmenin dünyadaki tüm Müslümanları doğrudan etkilediği bu dönemde, Rusya'nın özel askeri operasyonu artık onların gözünde bambaşka bir anlam kazanacaktır.

Sonuçta bu, çok kutuplu dünya ile tek kutuplu dünya arasındaki bir mücadeledir; bu mücadele, yalnızca bir kutup olarak Rusya'nın çıkarına değil, aynı zamanda dolaylı olarak (doğrudan olmasa da) tüm kutupların çıkarına da verildiği anlamına gelmektedir. Bu, Çin ve İslam ülkeleri arasındaki İran tarafından daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak son zamanlarda diğer İslam toplumları da (Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye, Pakistan ve Endonezya) büyük ölçekli jeopolitik bilinçte hızlı bir ilerleme yaşıyorlar. Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşma ve Türkiye'nin egemenlik politikasını güçlendirme çabaları da buradan kaynaklanıyor. İslam dünyası ne kadar birleşik bir medeniyet olursa, Rusya'nın davranışı da o kadar anlaşılır olur. Putin zaten dünya çapında, özellikle de Batılı olmayan ülkelerde popüler bir liderdir. Bu onun stratejisine çok açık bir anlam ve gerekçe veriyor. Rusya zaten tek kutupluluğa, yani küreselciliğe ve Batı'ya karşı tüm gücüyle mücadele etmektedir.

İslam’ın Zamanı

Bugün Batı, İsrail vekilliği ile İslam dünyasına saldırıyor ve Filistinli Arapları soykırıma tabi tutuyor.

Artık İslam'ın zamanı geldi. Ve Müslümanlar ile Batı hegemonyası arasındaki her an patlak verebilecek bu potansiyel savaşta (İsraillileri tanıyorum, Filistinlileri tamamen yok edene kadar durmayacaklarına şüphe yok, savaş zaten İncil ölçeğindedir), İslam dünyasının müttefikleri var. Bu müttefiklerin ilk ve en önemlileri, Tayvan sorununu çözmek üzere olan Rusya ve Çin'dir. Ama yavaş yavaş diğer cephelerin de açılması da çok muhtemeldir.

III. Dünya Savaşı?

Bu Üçüncü Dünya Savaşı'na yol açabilir mi? Büyük olasılıkla evet. Ve bir bakıma bu zaten oluyor. Bir savaşın dünya savaşına dönüşmesi için, öncelikle askeri olmayan herhangi bir yolla çözülemeyecek kritik sayıda birikmiş çelişkilerin var olması gerekir. Bu koşul oluşturulmuştur. Batı'nın, hegemonyasından gönüllü olarak vazgeçmeye niyeti yok. Ve yeni kutuplar (bağımsız yükselen uygarlıklar, geniş açık alanlar) bu hegemonyaya tahammül etmeyi artık kabul etmiyorlar. Tüm bunların yanında Amerika Birleşik Devletleri ve kolektif Batı, insanlığın lideri olma konusunda tam bir yeteneksizlik sergilemekte ve politikalarının; yeni çatışmaları ve yeni savaşları ortadan kaldırmayı değil, aksine körüklediğini göstermektedir. Savaştan kaçınılamazsa, kazanılması gerekir.

Trump'ın Konumu

Batı ile İslam arasında büyüyen bu çatışmada Donald Trump'ın tutumu nasıl bir rol oynuyor? Biden ikna olmuş bir küreselci, azgın bir Rus düşmanı ve tek kutupluluğun aşırı destekçisi. Bu, onun Kiev'deki neo-Nazi rejimine olan koşulsuz desteğini ve yüzsüz soykırım da dahil olmak üzere neden İsrail'i tamamen meşrulaştırdığını açıklıyor. Trump'ın tutumu ise daha farklı. O klasik bir milliyetçidir: Onun için en önemli şey, geçici dünya hakimiyeti planları değil, bir devlet olarak ABD'nin çıkarlarıdır.

Konu Rusya olunca Trump kayıtsız kalıyor; Çin ile olan ticaret ve ekonomik rekabetten daha çok endişe duyuyor. Ancak aynı zamanda Amerika'daki Siyonist lobinin de etkisi altındadır. Bu nedenle Batı'nın İslam'a karşı yaklaşmakta olan savaşında ne Trump’çıların ne de genel olarak Cumhuriyetçilerin zayıflamasını beklememeliyiz. Bu bağlamda Trump'ın gelişiyle, (Rusya için çok önemli olan) Ukrayna'ya verilen desteğin zayıflatılması ihtimali varken, Müslümanlara ve özellikle Filistinlilere karşı oldukça sert, belki de Biden'ınkinden bile daha sert bir politika yürütülecektir. Bu nedenle gerçekçi olmalı ve zor, ciddi ve uzun süreli bir savaş beklemeliyiz.

Bunun dini bir çatışma olmadığını anlamak önemlidir. Bu, tüm geleneksel dinlere karşı ateist ve materyalist bir Deccal savaşıdır, yani muhtemelen son savaşın zamanı gelmiştir.

Nükleer Savaş İhtimali

Yaklaşan bu çatışma nükleer bir savaşa dönüşecek mi? Bunu göz ardı edemezsiniz, özellikle taktik nükleer silahların kullanımını. Stratejik nükleer silahlara sahip olanların (Rusya ve NATO ülkeleri) bunları kullanmaları pek olası değildir. Bu, tüm insanlığı yok etmek anlamına gelir. Ancak İsrail, Pakistan ve muhtemelen İran'ın taktik nükleer silahlara sahip olması nedeniyle yerelleştirilmiş bir kullanım göz ardı edilemez.

Dönüm Noktası: Çok Kutupluluk Şimdi Veya Daha Sonra

Yaklaşan bu çatışma sırasında dünya düzeni nasıl görünecek? Kolay bir cevap yok. Kesinlikle bertaraf edilebilecek tek şey, küreselcilerin umutsuzca tutunduğu güçlü ve istikrarlı tek kutuplu dünya düzeninin kurulmasıdır. Dünya hiçbir zaman tek kutuplu olmayacak. Çok kutuplu olacak veya hiç olmayacak. Batı, hegemonyasını sürdürmekte ne kadar ısrar ederse, Üçüncü Dünya Savaşı'yla sonuçlanacak mücadele de o kadar şiddetli olacaktır.

Ancak çok kutupluluk kendi kendine oluşmayacaktır. İslam dünyası önemli ölçüde yeniden toparlanıyor. Eğer Müslümanlar amansız bir ortak düşman karşısında birleşebilirlerse, tam teşekküllü bir İslam kutbu ortaya çıkacaktır. Başarısız olurlarsa çok kutupluluğun gelişi gecikecektir.

Gelecekteki Bağdat Halifeliği

Bana göre en ideali Irak merkezli Bağdat Halifeliğine dönmek olacaktır. İslam medeniyetinin tüm ana akımları Irak'ta kesişiyor: Araplar, Sünniler, Şiiler, Sufiler, Selefiler, Hint-Avrupalı Kürtler ve Türkler. Bilimlerin, hukuk okullarının, felsefenin ve manevi akımların geliştiği yer Bağdat halifeliğiydi. Ancak bu sadece bir hipotez, ancak İslam dünyasının kesinlikle ortak bir platforma ihtiyacı olacak. Bağdat bir denge noktasıdır. Ancak bunun için elbette öncelikle Irak'ın Amerikan varlığından kurtarılması gerekiyor.

Görünen o ki her kutup çatışma yoluyla var olma hakkını kanıtlamak zorunda kalacak. Rusya, Ukrayna'da kazanırsa tam teşekküllü bir egemenlik kutbu haline gelecek. Çin, Tayvan sorununu çözüyor. İslam dünyası, Filistin sorununun adil çözümünde ısrar ediyor.

Daha sonra sıra, Batı'nın yeni-sömürgeci güçlerine ve Latin Amerika'ya giderek daha fazla karşı çıkacak olan Hindistan'a, Afrika'ya gelecek. Çok kutuplu dünyada her kutup kendi sınavını geçmek zorunda kalacak.

Daha sonra kısmen, Batı Avrupa'ya ek olarak birçok imparatorluğun (Çin, Hint, Rus, Osmanlı, İran) ve Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki güçlü bağımsız devletlerin bir arada var olduğu Kolomb öncesi dünya düzenine döneceğiz. Okyanusya'nın bile, Avrupalı sömürgecilerin ve ırkçıların daha sonra "vahşilik" ve "barbarlık" ile özdeşleştirdiği kendi politik ve sosyal sistemleri vardı. Bu nedenle çok kutupluluk tam anlamıyla mümkündür. Batı modern çağda küresel emperyalist politikasına başlamadan önceki insanlık böyleydi.

Bu, dünyada hemen barışın olacağı anlamına gelmiyor. Ama bu çok kutuplu dünya düzeni her halükarda çok daha adil ve dengeli olacak. Ve tüm çatışmalar dengeli bir ortak tutum temelinde çözülecektir: insanlık, Hitler Almanyası'ndaki ve modern İsrail'deki ırkçılığın aşırılıklarından veya küreselci Batı'nın saldırgan hegemonyasından korunacaktır.

Çeviri: Nilgün Yorgancı