Φέρνω το παρόν έργο στην προσοχή του κοινού όχι χωρίς κάποια ανησυχία. Οι ιδέες που εκφράζονται σε αυτό πήραν μορφή στο μυαλό μου πριν από δέκα και πλέον χρόνια. Από τότε τις έχω συζητήσει συχνά με διάφορους ανθρώπους, επιθυμώντας είτε να επαληθεύσω τις δικές μου απόψεις είτε να πείσω άλλους. Πολλές από αυτές τις συζητήσεις και αντιπαραθέσεις ήταν αρκετά χρήσιμες για μένα, διότι με ανάγκασαν να επανεξετάσω τις ιδέες και τα επιχειρήματά μου με μεγαλύτερη λεπτομέρεια και να τους δώσω πρόσθετο βάθος. Όμως οι βασικές μου θέσεις παρέμειναν αμετάβλητες.
Toplumda belirli anlayış kayıtlarının hızla kaybolduğunu fark ettim . Sanki insanların iletişim kurduğu dalgaların spektrumu - bağlantılar, alıntılar, örnekler, retorik figürler de dahil olmak üzere apaçık bir minimum referans seti, görünüşte apaçık bilgi basamaklarına dair referanslar (tarih, kültür, sanat, bilim, felsefe, siyaset) ) - sürekli ve geri dönüşümsüz olarak küçülür .
1. ÖNGÖRÜ: Rusya ve Çin'in politikaları giderek netleşeceğinden, 2022'de çok kutuplu dünyanın güçlenmesi çok muhtemeldir. İki ülke bağlarını güçlendirmeye devam edecek. Dolayısıyla (Amerikan tek kutupluluğunun meşruiyetini hâlâ tanıyan ülkeler kendilerini “Demokratik Lig” etrafında örgütleyecekken) bu iki aktör etrafında çok kutuplu güçler kulübünün ortaya çıkması çok muhtemeldir. Ayrıca AB, Hindistan veya İslam ülkeleri gibi “Büyük Mekânlar” da egemenlik iddiasında bulunacak. Bununla birlikte, ne Hindistan ne de AB birçok nedenden dolayı özerk özne haline gelemediğinden, üçlülüğün norm olarak kalması çok muhtemeldir: liberal seçkinler, öz farkındalık eksikliği, 2. ÖNGÖRÜ: Özellikle Amerika Birleşik Devletleri 1945'ten 1991'e kadar elinde tuttuğu hegemonya konumundan vazgeçmeyi reddetmeye devam ettikçe, Üçüncü Dünya Savaşı'nın patlak vermesi bir olasılık olarak kalacaktır. ABD'nin önceliği, SSCB'nin çöküşünden sonra yeniden teyit edildi. Bugüne kadar aşağı yukarı değişmeden kalan “tek kutuplu an” (1991-2000) adını verdi. Yeni-muhafazakarlar, 21. yüzyılda (New American Century Project) bu egemenliği mutlak kılmayı arzuladılar. Bununla birlikte, Biden'ın Amerika Birleşik Devletleri içinde sahip olduğu küçük meşruiyet ve Amerikan toplumunda var olan derin bölünme, bu noktada yaşlı Joe'nun nükleer bir savaş başlatma yetkisinin çok az olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Aksine, Putin buna güveniyor.
Sevgili Alexander Gelevich! Sizin Altmışınız İncil'deki altı yüzdür. Bu altmış yıl boyunca sıradan bir insanın gücünün ötesinde bir şey başardınız. Bir insanın eşiği geçtikten sonra dönüştüğü dünyanın yaratıcısısınız. Görünmeyeni görmeye, tarihin tektonik vızıltılarını duymaya, kıtaların sınırlarının ve konturlarının çizimlerinin nasıl değiştiğini hissetmeye başladınız. Rab size fenomenlerin derin özünü görme armağanını verdi. Görünüşe göre dünyevi olandan uzaklaşarak, dünyevi malzemenin ideale dönüştüğü, gerçek biçimini ve anlamını aldığı yüksekliğe çıkıyorsunuz. Ve bu biçimleri ve anlamları kavradıktan sonra, fenomeni dönüştürülmüş, ruhsallaştırılmış biçimiyle cennetten dünyaya geri getiriyorsunuz.
Böyle bir durumda, “Büyük Uyamş”m taraftarları küreselleşmeye karşı nasıl bir ayaklanma yapacaklar? Herhangi bir kaynağa sahip olmadan dünya elitiyle etkili bir şekilde nasıl yüzleşilir? Hangi silah kullanılmalı? Hangi strateji izlenmeli? Üstelik hangi ideolojiye güvenmek gerekir? Çünkü dünyanın dört bir yanındaki liberaller ve küreselciler birleşmiş ve ortak bir fikre, ortak bir hedefe ve tek bir çizgiye sahipler. Muhalifleri ise sadece farklı toplumlara değil, aynı toplumda bile dağılmış durumda. Ve elbette, muhalefet saflarındaki bu çelişkiler, iktidardaki elitler tarafından daha da şiddetlendirilir. Bu nedenle Müslümanlar Hıristiyanlara, solcular sağıcılara, AvrupalIlar Ruslara veya Çinlilere karşı kışkırtılıyor. Ama “Büyük Uyanış” bu yüzden değil, tüm bunlara rağmen gerçekleşiyor. Liberallere karşı insanlığın kendisi, eidos olarak insan, genel olarak insan, kolektif bir kimlik olarak insan ve hemen tüm biçimleriyle (organik ve yapay, tarihî ve yenilikçi, Doğu ve Batı) ayaklanıyor.
Aydınlanma döneminde Batı; ilerleme, materyalizm, teknoloji, kapitalizm, bencillik ve ateizm gibi yanlış düşüncelere dayalı tamamen yapay bir uygarlığa dönüştü. Bunun adı Aydınlanma idi – Lucifer gururu, Cennete karşı yapılan savaş–.10 Bu süreç Batı’nın yayılmacı sömürgeciliğine denk geliyor. Sömürgecilik, aynı hastalığın küresel ölçekteki bir tür yansımasıydı. Hiçbir uygarlık hayatın maddi yönü için Batı kadar yoğun çaba sarf etmemiştir. Çinliler, barutu çok eskiden keşfettiler ancak bunu çok güzel havai fişek yapmak için kullandılar. Bir tür kültürel ve sanatsal bir olaydı. Aynı barutu Avrupalılar keşfettiğinde, anında birbirlerini ve başka insanları öldürmeye başladılar. Batı egemenliği bir hastalık üzerine kuruludur, dolayısıyla modernist Batı uygarlığını bir patoloji olarak görmemiz gerekmektedir.
Afrika kıtası, bugün hep daha fazla ilgi odağı oluyor. Bir yandan açlığın ve yoksulluğun yaşandığı, hayatını sürdürmek için en ilkel araçlara bile ihtiyaç duyulan insanlığın bu fakir bölgesi, Avrupa’yı ve dünyanın diğer refah bölgelerini kaplayan bir göç dalgası yaratıyor. Diğer yandan Afrika, sayısız doğal zenginliklerin kaynağı, yüksek demografik yapıya ve hala değerlendirilmemiş toplumsal ve kültürel imkânlara sahip bir bölge.
Although the concept of hegemony in Critical Theory is based on Antonio Gramsci’s theory, it is necessary to distinguish this concept’s position on Gramscianism and neo-Gramscianism from how it is understood in the realist and neo-realist schools of IR.
The classical realists use the term “hegemony” in a relative sense and understand it as the “actual and substantial superiority of the potential power of any state over the potential of another one, often neighboring countries.” Hegemony might be understood as a regional phenomenon, as the determination of whether one or another political entity is considered a “hegemon” depends on scale. Thucydides introduced the term itself when he spoke of Athens and Sparta as the hegemons of the Peloponnesian War, and classical realism employs this term in the same way to this day. Such an understanding of hegemony can be described as “strategic” or “relative.”
In neo-realism, “hegemony” is understood in a global (structural) context. The main difference from classical realism lies in that “hegemony” cannot be regarded as a regional phenomenon. It is always a global one. The neorealism of K. Waltz, for example, insists that the balance of two hegemons (in a bipolar world) is the optimal structure of power balance on a world scale[ii]. R. Gilpin believes that hegemony can be combined only with unipolarity, i.e., it is possible for only a single hegemon to exist, this function today being played by the USA.
In both cases, the realists comprehend hegemony as a means of potential correlation between the potentials of different state powers.
Gramsci's understanding of hegemony is completely different and finds itself in a completely opposite theoretical field. To avoid the misuse of this term in IR, and especially in the TMW, it is necessary to pay attention to Gramsci’s political theory, the context of which is regarded as a major priority in Critical Theory and TMW. Moreover, such an analysis will allows us to more clearly see the conceptual gap between Critical Theory and TMW.
2001 yılı Nisan ayı sonunda medya tarafından Rusya'da politik ve sosyal bir oluşum olan Avrasya Hareketi'nin kuruluş toplantısının yapıldığı haber verildi. Bu durum, Avrasyacılık'ın bütün kamuoyu tarafından benimsendiği ve siyasî bir güç haline geldiği manasına mı geliyor?
Bizde Avrasyacılık fikirlerinin yeni olduğunu söylemek yanlıştır. Yalnız bu etapta biz kendimize yakın olan entellektüel merkezleri ve politikacıları birleştirmek için çalışıyoruz. İş adamları, dünyanın gerçekleriyle tanıştıktan sonra daha önce ihmal ettikleri bazı işlemlerle karşılaşınca, çağdaşlaşmanın global kurallarını, görünmeyen dünya güçlerinin birbirlerini nasıl etkilediklerini merak etmeye başladılar. Bu bilgiler ticarette büyük önem kazandı. Bunlardan habersiz olanlar ise büyük gelir kayıplarına uğrayabilirlerdi. Bahsi geçen faktörler, Avrasyacılık hareketimizi, ekonomik, sosyal ve entellektüel alanlara yeni bir bakış açısı kazandıracak sosyal ve politik bir güç haline getirmiştir. Biz, "bakış açısı" prensibine dayanan bir siyasî hareketiz.
Uluslararası Avrasya Hareketi’nin Kuruluş Kongremizi Melek Mikail günü arifesinde yapıyoruz. Bu sembolik bir şeydir. Ortodoks efsaneye göre Ulu Melek Mikail ve bütün manevi kuvvetlerin cemiasının günü denilen bayramın tarihi “9-uncu ayın 8-inci günü” olarak belirtilmiştir Eski çağlarda yein yıl Mart ayında başlıyordu. Dokuzuncu ay melek rütbelerinin simgesidir (yani meleklerin hiyerarşisinde 9 rütbe vardır). Sekizinci gün ise Ortodoks ananesinde ebediliğin, “Zamanın Uzayına döneceği” ve azametli “Çağların Sonu olacağı” Canlanma’nın kutsal anının, bir de İsa’nın ikinci Gelişinin sembolüdür.
Alman muhafazakar devrimci Arhtur Müller van den Bruk (unutulmamalıdır ki, avrasyacılık ta muhafazakar devrimciliğin bir akımıdır) kendi zamanda çok anlamlı sözleri yazmıştı: ‘Ebedilik muhafazakar tarafındadır’. Değerli Avrasyacılar, ebedilik tarafımızdadır. Monoteistik ananelerin tarihinde Ulu Melek Mikail çok önemli rölü oynar. O, melek ordularının, yani kötülük ruhlarıyla sürekli olarak savaşan iyliğin gök ordusunun amiridir. Bu büyük dramın zaman ötesi dikey eksenidir.
Toen ik aanvaardde een essay te wijden aan het werk en het denken van de schilder, dichter en kunsthistoricus Marc. Eemans, heb ik me afgevraagd of het in mijn geval geoorloofd was te spreken van een zekere continuïteit in zijn geestelijke ontwikkeling. Langzaam maar zeker kwamen elementen en argumenten aan het licht om mijn overtuiging te staven dat die vraag positief macht beantwoord worden. Aldus is deze geschiedenis van de intellectuele en creatieve levensweg van Marc. Eemans ontstaan. Daarbij werd de klemtoon vooral op zijn denken en op zijn poëtisch oeuvre gelegd, vermits het illustratiemateriaal dat deze uitgave verrijkt, als een soort picturaal complement van mijn stelling kan beschouwd worden. Overigens bleven om voor de hand liggende redenen, biografische en andere gegevens buiten beschouwing.
Hopelijk vergeeft de lezer het me dat ik met hem wegen ga verkennen, die men normaliter in essays van het onderhavige genre links laat liggen. Maar op de eerste plaats is het zo dat ik geen kunsthistoricus ben en het derhalve als een punt van elementaire intellectuele eerlijkheid beschouw me onbevoegd te verklaren om een verantwoord waardeoordeel over het schilderkunstig werk van Marc. Eemans uit te spreken. En voorts is er het oude adagium « de gustibus et coloribus non disputandum », dat in de loop der tijden zijn geldigheid heeft behouden. Waarom de lezer dan ook willen beïnvloeden met een onvermijdelijk subjectieve analyse van de boodschap die de schilderijen van Marc. Eemans brengen?
Doğal kaynakların ekonomisi konusu üzerine genellikle biraz sıkılıp utanarak konuşulur. Bu tipik bir yaklaşımdır, çünkü çağdaş insan için tabiat çok yabancı, bilinç ötesi derinliklerinde saklanılmış bir şey olmuştur, dolayısıyla bunun hakkında açık dille konuşmak bir sebepten dolayı kabul edilmez sayılır. Ekonomi teorisi ile silahlanmış çağdaş teknolojik insan için teknosfer onun tabii çevresidir. Tabiat ve özellikleri için herhangi anılması ise çoktan beri yenilmiş atavizmin rahatsız eden sesi gibi kabul edilir. Ekonomi teorisinde tabii kaynakların konusu, bilinç altı araştırmalarının konusuna benzeridir: rasyonel fikir için bilinç ötesi can sıkıcı bir konudur. Rasyonalizm bilinç ötesi sorunlarından kaçınmaya çalışır. Aynı şekilde tabii kaynakların değerlendirilmesi, ve özellikle onların açığı ve tüketilebilirliği konusu, insan ekonomik fikrini, total dijital virtualizasyon dünyasında hazır bulunduğunu beyan eden tabiatın hoş olmayan gerçeklerine döndürmektedir.
Irak olaylarının oluşmasından sonra siyasi analitikçilerinden bazılar, Avrupa Birliğinin iki kampa ayrışması hakkında fıkır belirtmeye başladılar. Birinci kamp ABD ve İngiltere’nin sert politikasını desteklemiştir, ikinci kamp kararlı olarak bu politikaya karşı çıkmıştır. Bazı çevreler için beklenmeyen bir olay olmuş bu ayrışma, aslında Avrupa kıtasının jeopolitik ikiliğinin klasik şemasının mantığına tamamen uygundur. Jeopolitikçiler uzun zamandan şöyle bir kaideyi farketmişler: Avrupa’nın kendi içinde iki kutbu – batı ve doğu kutupları – vardır. Bu kutuplar, K.Schmidt sözlerine göre, ‘Batı ve Doğu arasında mevcut olan dünya gerilme hattının küçük bir modelini oluşturmaktadırlar’.
Batı kutubunun çekirdeği İngiltere’dir. Bu ülke, Avrupa tarihinde siyasi, ekonomik ve fikrî modernizasyonun timsalidir. Doğu kutubunu ise Almanya temsil eder. Tarihsel olarak Almanya muhafazakarlığa ve tarihsel ananeciliğe maildir. Almanların siyasi ve ekonomik nüfuzu altında bulunan Doğu Avrupa ülkeleri, ‘Orta Avrupa’ olarak kabul edilir. İngiltere’ye yönelen devletler, ‘atlantist devletler’ olarak tanımlanır. Avrupa’nın gerilimi İngiltere ve Almanya arasında geçiyor.