Alexander Dugin, Hegel felsefesinin çeşitli siyaset kuramları üzerindeki etkisini ve içsel çarpıtmalarını incelemekte, ideolojik yorumların ötesine geçen ve Dördüncü Siyaset Kuramı ve çok kutuplu dünya kavramıyla uyumlu daha saf bir anlayışı savunmaktadır.
Sevgili arkadaşlar! 29 Nisan'da Uluslararası Çok Kutupluluk Konferansına katılmaya davetlisiniz. Konferans, tüm dünyadaki katılımcıları kapsaması için (saat farkı nedeniyle) tam gün sürecek. Çok kutupluluğu teşvik etmede fazla aktif olmayan daha doğrusu yeterince iyi tanımadığımız ülkelerden gelen dostlarımız kuşkusuz daha hoş karşılanır. (Güney Asya, Afrika, Okyanusya) Toplantıda Herkesle kendi ana dilinde konuşmayı planlıyoruz.
Antropolojik meseleye bizi ilgilendiren perspektifte yaklaşmak için, Heidegger'in temel eseri olan Varlık ve Zaman'ın ana temasını hatırlayabiliriz: ontologische Differenz'in tanıtımı. Differenz sözcüğünün Almanca yazılışını, örneğin Derrida'daki benzer terimlerin daha sonraki gelişmelerinden -différEnce ve différAnce (postmodern dilbilgisi çalışmaları bağlamında)- bahsetmediğimizi vurgulamak için alıyoruz. Bu kavramın Heidegger tarafından kullanılması. Böylece, Differenz kelimesinin Almanca telaffuzunun korunmasını öneriyoruz.
Modern Çağ’ın tüm siyasi sistemleri, birbirinden farklı üç ideolojinin ürünüdür: ilki ve en eskisi liberal demokrasidir; ikincisi Marksizm’dir ve üçüncüsü de faşizmdir. Bu sistemlerden son ikisi, yani Marksizm (ve türevleri) ile faşizm (ve alt kolları) başarısız olarak tarihin sayfalarında kaybolmuştur – liberal demokrasi ise artık bir ideoloji olarak değil, toplumların ‘varsayılan ayarı’ gibi faaliyet göstermekte ve dünya kamuoyunda temel standart olarak genel kabul görmektedir.
Böyle bir durumda, “Büyük Uyamş”m taraftarları küreselleşmeye karşı nasıl bir ayaklanma yapacaklar? Herhangi bir kaynağa sahip olmadan dünya elitiyle etkili bir şekilde nasıl yüzleşilir? Hangi silah kullanılmalı? Hangi strateji izlenmeli? Üstelik hangi ideolojiye güvenmek gerekir? Çünkü dünyanın dört bir yanındaki liberaller ve küreselciler birleşmiş ve ortak bir fikre, ortak bir hedefe ve tek bir çizgiye sahipler. Muhalifleri ise sadece farklı toplumlara değil, aynı toplumda bile dağılmış durumda. Ve elbette, muhalefet saflarındaki bu çelişkiler, iktidardaki elitler tarafından daha da şiddetlendirilir. Bu nedenle Müslümanlar Hıristiyanlara, solcular sağıcılara, AvrupalIlar Ruslara veya Çinlilere karşı kışkırtılıyor. Ama “Büyük Uyanış” bu yüzden değil, tüm bunlara rağmen gerçekleşiyor. Liberallere karşı insanlığın kendisi, eidos olarak insan, genel olarak insan, kolektif bir kimlik olarak insan ve hemen tüm biçimleriyle (organik ve yapay, tarihî ve yenilikçi, Doğu ve Batı) ayaklanıyor.
Although the concept of hegemony in Critical Theory is based on Antonio Gramsci’s theory, it is necessary to distinguish this concept’s position on Gramscianism and neo-Gramscianism from how it is understood in the realist and neo-realist schools of IR.
The classical realists use the term “hegemony” in a relative sense and understand it as the “actual and substantial superiority of the potential power of any state over the potential of another one, often neighboring countries.” Hegemony might be understood as a regional phenomenon, as the determination of whether one or another political entity is considered a “hegemon” depends on scale. Thucydides introduced the term itself when he spoke of Athens and Sparta as the hegemons of the Peloponnesian War, and classical realism employs this term in the same way to this day. Such an understanding of hegemony can be described as “strategic” or “relative.”
In neo-realism, “hegemony” is understood in a global (structural) context. The main difference from classical realism lies in that “hegemony” cannot be regarded as a regional phenomenon. It is always a global one. The neorealism of K. Waltz, for example, insists that the balance of two hegemons (in a bipolar world) is the optimal structure of power balance on a world scale[ii]. R. Gilpin believes that hegemony can be combined only with unipolarity, i.e., it is possible for only a single hegemon to exist, this function today being played by the USA.
In both cases, the realists comprehend hegemony as a means of potential correlation between the potentials of different state powers.
Gramsci's understanding of hegemony is completely different and finds itself in a completely opposite theoretical field. To avoid the misuse of this term in IR, and especially in the TMW, it is necessary to pay attention to Gramsci’s political theory, the context of which is regarded as a major priority in Critical Theory and TMW. Moreover, such an analysis will allows us to more clearly see the conceptual gap between Critical Theory and TMW.