Jeopolitik yönteminin esası, birbirine uyuşmaz iki güç modelleri – kara gücü ve deniz gücü – arasındaki temel ikiciliğidir. Bu ikiciliği göze almadan jeopolitik hakkında konuşmak tamamen anlamsızdır. Bu tür konuşmalar, gravitasyon kanunu kabul etmeden klasik fizik konuları üzerine konuşmalara benzeri olacaktı. Uzmanlar için bu durum bellidir, ama “jeopolitik” sözünü TV yorumcularından işiten basit halk için bu yeni keşif olabilir. «Jeopolitik esasları» adlı işbu ders kitabının görevi, bu konuyu açıklığa kavuşturmaktır. Jeopolitik yönteminde kara-deniz muhalefeti, bilgisayar teknolojisinde kullanılan 0-1 ikili koda dijital bölmeye çok benzeridir.
Bunu aksiyom olarak kabul ederek, biz jeopolitik tahlilinin okyanusuna giriyoruz. Bu tahlil her kademede daha karmaşık olur.
Avrasyacıların önderi Dugin: Rusya’nın Orta Asya’daki öncelikli ortağı İran’dır
Batı karşıtı Avrasya hareketinin kurucusu Aleksandr Dugin, jeopolitik açıdan Rusya’nın Orta Asya ve Kafkaslar’da birinci ortağının İran olduğunu düşünüyor.
Rus Jeopolitiği kitabında yer alan Türkiye’ye ilişkin olumsuz fikirlerine rağmen ülkemizdeki bir kısım ulusalcıların fikir babası kabul ettiği Dugin, haftalık haber dergisi Aksiyon’a çarpıcı açıklamalarda bulundu:
Rusya’daki siyasî görüşler içinde, lideri olduğunuz Avrasya Hareketi nasıl bir çerçeveye oturuyor?
Avrasya Hareketi, jeopolitiğe dayanan siyasî bir felsefedir. Dünya tarihi içinde Rusya’nın kendine özgü bir yeri olduğunu ve küreselleşme karşısında yalnız ülke ve halk olarak değil bir medeniyet olarak da jeopolitik kimliğini koruması gerektiğini savunur. Küreselleşmeyi bu kimliğimizi kaybetmemize yol açacak bir risk olarak görüyoruz. Rusya’nın yaklaşımı, Batı ve Doğu’yı birleştirmek ya da sentez elde etmek üzerine değil, farklılıkları korumak üzerine bina edilmelidir.
ABD’nin baskısına rağmen Türkiye Parlamentosu Irak’a karşı askeri harekat yürütmek amacıyla Amerikan askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmalarına izin vermeyen bir karar aldı. Bu, İkinci Dünya savaşı sonundaki dönemden bu yana eşine rastlanmamış olan Orta Doğulu bir uydunun Atlantik ötesi patronunun “itaatsizliğidir”.
Bölgesel çıkarlarından yola çıkan Türkiye’nin Irak’taki savaşa karşı olması için tüm sebepler mevcuttur. İlk olarak, Saddam Hüseyin rejimi laik bir rejimdir ve İslam faktörünün yükselişini bazan oldukça sert dizginlemektedir ki, bu Kemalizm’in mantığına tamamıyla uymaktadır. İkinci olarak, Saddam Hüseyin rejiminin ortadan kaldırılması otomatik olarak Irak Kürtleri’nin ayrı bir devlet oluşumu ilan etmelerine yol açacaktır ki, bu da Türkiye’deki ayrılıkçı Kürtleri’nin eylemlerine ivme kazandıracaktır.
Mesele Türkiye’nin son yıllarda sadece bölgesel değil, daha geniş anlamda medeniyetler düzeyinde jeopolitik konumunu ciddi bir şekilde yeniden gözden geçirmesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’yi “Batı yanlısı, Avrupa Birliği için can atan, Washington’a tam boyun eğen” olarak kabul etmeye alışık dış gözlemcilerin hemen hemen hiç fark etmedikleri bir şekilde Türk elitinin genel ruh hali nitel olarak değişmiştir. Türkiye “Soğuk savaşın” sert çerçevesi dışında kalınca kendisinin Avrasyalı bir devlet olduğunu kavradı. Bu formül Türkiye’deki belli başlı politik güçler için bir kurtarıcı oldu: Avrasyacılığın Batılı modelin sıkı sıkıya takip edilmesini reddetmesi gelenekselcileri (Erbakan’ı ve arkasından gelen Erdoğan’ı) tatmin ediyordu; Avrasyacılığın “Ulusal ve kültürel kimliğini muhafaza ederek Batı’ya yönelmek” şeklinde yorumlanabilir olması, askeri çevreleri ve Kemalistleri kendine çekti. Avrasyacılık Türk toplumundaki iki karşıt kutbu yani, İslami ve laik kutupları birleştirmede ideal bir dünya görüşü aracı oldu.
Avrasya Hareketi'nin fikir babası Aleksandr Dugin'in Türkiye'de jeopolitik sarsıntılar planladığı ortaya çıktı. Dugin, Türk kimliğinin eritilmesini istiyor. Sıcak denizlere inmek için Orta Asya'yı İran'a sunuyor. Türk havzasında imparatorluk planları yapılıyor. Ulus devleti kurtarmak adına yola çıkan ulusalcılar, Rus hegemonyasına yakalandı. Bir süre öncesine kadar Avrasya, ne kültürel birliktelikleri, ne de bir coğrafyayı ifade ediyordu. Şimdi ise bir kıta hareketinin adı. Avrasya Hareketi, Türkiye"den Ulusalcılar olarak adlandırılan "koalisyon"un da içinde bulunduğu Rusya"nın öncülüğünde stratejik birlikteliğin yeni ismi. Ulusalcı harekette buluşan sol, Kemalist ve milliyetçi unsurlar şimdi bu üst şemsiyede, Avrasya coğrafyasının anti-Amerikancı unsurlarıyla bir arada. Temel karakteri Amerikan karşıtlığı olan harekete katılmak için İslamcı, solcu, sağcı olmanız fark etmiyor. Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç"ın Avrasya"ya yaptığı atıf çok tartışılmıştı. Konunun sadece Doğu Perinçek"in hayali değil, bir kısım sivil ve askeri bürokrasinin önemsediği, argümanlarını dile getirmekten çekinmediği bir oluşum olduğu zamanla ortaya çıktı.
Hareketin aktörlerinden Kemalist ulusalcı bir şahsın (adı bizde saklı) anlatımıyla, kırk yıllık NATO"cular, Özel Harpçiler şimdilerde Avrasya Hareketi"nin en hızlı neferleri.
Bizimkilerin gözü kapalı girdiği hareketin teorisinin Rusya"da 1921"lere kadar gitmesi, Rus imparatorluğu idealinin estetize edilmiş hali olduğunun anlaşılması birtakım sorunları beraberinde getiriyor. Ulusal bağımsızlığın tehlikede olduğunu, Avrasya Hareketi"nin bu tehlikeye karşılık bir güvece teşkil ettiğini dile getirenlerin, hareketin karakteristiğinden haberdar olmadığı da ortaya çıkıyor. Özellikle, hareketin yaşayan en önemli teorisyeni olarak bilinen Aleksandr Dugin"in Türkçe"ye çevrilen "Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım" kitabının okunmaya başlanmasıyla Avrasyacıların şaşkınlığı artıyor.
Jeopolitik yöntem, mahiyeti itibariyle karşıt iki hakimiyet modelinin -deniz ve kara- temel düalizmine dayanmaktadır. Bu düalizmi dikkate almaksızın jeopolitik hakkında fikir beyan etmek, yerçekimi yasalarını bilmeksizin klasik fizikten bahsetmek gibi, tamamen anlamsızdır. Erbabı için bu bilinen bir şeydir. Ancak "jeopolitik" kelimesini televizyon yorumcularından duyan sıradan halk için bu bir yenilik olabilir. Bu çalışma, tüm meseleleri bu bağlamda netleştirmek amacından doğmuştur, jeopolitik yöntemdeki kara-deniz karşıtlığı, bilgisayar teknolojisindeki 0-1 şeklindeki sayısal ikili kodla aynı şeydir.
Biz, bunu bir aksiyom olarak kabul ederek, jeopolitik analiz alanına adım atıyoruz. Fakat mevcut durumda her şey tedricen daha çetrefilli bir hal almaktadır.
Her şeyden önce, Kuantum mekaniğinde de olduğu gibi, çoğu şey "gözlemcinin duruşu"na bağlıdır. Beyazlar veya siyahlarla oynadığımıza bakmaksızın oyunun kurallarına prensipte evet dedikten sonra birtakım problemler çıkmaya başlar. Çünkü jeopolitik yöntem tek boyutlu ve tam-simetrik değildir. Siyahlar ve beyazlar (kara-deniz) burada farklı kurallara tabi olmakta, farklı şekilde hareket etmekte, farklı amaçların peşinden gitmektedirler. Bunlar, özerk mantık ve stratejilerle donatılmış nitel kutuplardır. Diğer nicel disiplinlerden farklı olarak Jeopolitik, nitel yaklaşımdan, ana kutupların temel nitel asimetrisinden hareket etmektedir. Jeopolitik analiz mekanı, değişken (anisotropic) hallidir: Karadan denize, denizden karaya bakış farklı sonuçlar verir; bunlar, iki farklı mantığa tabi iki farklı mekandır.
Mesela, şundan başlayalım ki, Rusya ve Türkiye birbirine çok benzer, birbirine çok yakın ülkelerdir. Her zaman çok millet birleştirebilen, idare edebilen ve koruyabilen imparatorluk tipi kudretli devletlerdir. Yabancı güçlerin ajanları akıllarımızı bozdurduğu, bizi doğru yoldan saptırdığı ve milletlerimiz için tabii olmayan kanunlara göre bizi yaşattığı ana kadar halklarımız uzun, korkunç ve şanlı yolu geçebilmiştir. O zamanlarda biz büyük enginliklere sahip idik, çok dillerle konuşuyorduk. Çarımız fiilen Ortodoks aleminin başı idi. Padişahınız aynı zamanda bürün islam aleminin hükümdarı ve dünyada Rasullullah (a.s.s.)’ın halifesi idi. Hem siz hem de biz biraz farklı bir şekilde ama tek bir Allaha inanıyorduk. Hem siz, hem de biz dünya ahenginin mesnetleri olup, asırlar boyunca kendi özel gizli görevini yerine getiriyorduk. Milletlerimiz büyük ve gururlu idiler. Dünya sarraflarının ve faizcilerinin kıvır zıvır hayhuyunu hor görüyorduk. Zaman geçti ve bu sarraflar çok kuvvetli oldular. Tahtları devirerek, tapınakları tahrip ederek, onlar yavaş yavaş batı ülkelerini ellerine aldılar. O zaman devletlerimiz bu fitneye karşı gösterilmesi gereken tepkiyi az kaldı göstermediler veya gösteremediler. Ama sonradan anlaşıldığı gibi, bizimle ilgili planları da vardı. Termitler ağaçı içinden kemirdiği gibi onlar bizi içten zayıflatmak için birkaç yüzyıl boyunca gizlice ama yoğun bir şekilde çalıştılar. Öylece, ÕÕ asırın başlangıcında hem Rus, hem Osmanlı, hem Alman, hem Avusturya imparatorlukları çöktüler. Birbirimizle savaşırken, bizim ihtilal ve milli kurtuluş savaşlarının alevinde ve kanında ülkülerimizi temelleştirirken, üçüncü şahıslar kendi özel planlarını gerçekleştiriyorlardı. Neticede Rus ve Osmanlı medeniyetleri yokedilmişti. Batı liberal-demokratik modeline muhtemel alternatifleri olarak yokedilmiştir.